Veganlığın Düşündürdükleri, I

Baris Simsek
4 min readJan 5, 2020

Bazıları bir takım gerekçelerle hayvan eti yememekte, dahası bu düşünceyi yaygınlaştırıp genel kural haline getirmek istemektedirler. Gerekçelerin bir kısmı herkesin üzerinde mutabık kalabileceği konulardır. Örneğin hayvanların kötü şartlarda yetiştirilmesi, kötü muamele görmesi gibi. Diğer bir kısmı, çevreye zararları gibi, fayda/zarar mülahazalarıyla ilgili olup bu tamamen bilimsel araştırmaların konusudur, tartışmaya lüzum yoktur. Üzerinde tartışma olan gerekçeler ise daha çok din ve felsefe alanına giren gerekçelerdir. Bir cevap bulmaktan ziyade konunun bana düşündürdüklerini yazmak istedim.

Canlılığın tanımı nedir? Ne canlı ne cansızdır? Bu soruya tek bir cevap vermek zor. Bakış açısına göre cevap değişebilmektedir.

Yanlış algı olarak canlılık ilk bakışta üretkenlikle karıştırılıyor. Örneğin bir dalı toprağa diktiğinizde ağaç olup meyve vermeye başlıyor. Bu onun canlı olduğu anlamına gelir mi? Bazıları ise hareket edebilme yeteneğini baz alıyor. Ancak hareketin sınırı ne? Bitkiler yerlerinde duruyor gibi gözükseler de kendilerince bazı hareketler yapmaktadırlar. Suya kök uzatmak, güneşe dönmek gibi.

Bana göre canlı ‘doğabilen ve ölebilen’ herşeydir. Herhangi bir canlı zaman doğrusu üzerinde şu dört farklı durumdan geçer: Doğmak, büyümek, çökmek ve ölmek. Bu yaklaşıma göre taş, masa, kitap vs… cansızdırlar. Bitkiler, hayvanlar, mikroskopik varlıklar ise canlıdırlar.

Peki bir canlıyı öldürmek kötü müdür? Yerleşik anlayışa göre bitkilere zarar vermek uygunsuz olsa da hayvanlar ve insanlar kadar ‘kutsal’ dokunulmazlıkları yoktur. Peki hayvanlarla insanları bitkilerden ayıran şey nedir? Burada canlı olmak veya olmamak bizim için yeterli bir sınıflandırma olmamaktadır.

Biyoloji bilimine göre bitkiler kendi besinlerini ve sularını üretebilmekteler. Hayvanların ise dışarıdan besin almaları gerekmektedir. Hayvanlar sinirlidir yani vücudlarını dolaşan bir sinir ağı vardır, sindirim ve solunum yaparlar vs…

Canlıları hayvanlar ve bitkiler olarak ayırdığımız daha ince bu sınıflandırmadan sonra aklımıza şu soru geliyor: Sırf besin üretebiliyorlar diye bitkilerin hayatlarının hafife alınmasının mantığı nedir? Bana göre bir mantığı yok; başka bir bakış açısına ihtiyacımız var.

Bitkiler de hayvanlar da canlıdırlar ve maddeden ibarettir. Ancak bitkileri ve hayvanları birbirinden ayıran temel şey bahsi geçen biyolojik farklılıklar değildir. Ben burada başka bakış açısıyla yeni bir sınıflandırma yapacağım. Maddeyi canlı ve cansız olarak ikiye ayırdıktan sonra canlıları da maddesi üzerinde iddia sahibi olan canlılar ve maddesiyle sadece biyolojik olarak bağı olan canlılar olarak ikiye ayıracağım. Bu ayrımın şu açıdan önemi var. Gördüğümüz madde için benimdir diyebilen bir hak sahibi ortada olunca -ki ben buna benlik diyeceğim şimdilik- onun maddesine yani malına zarar vermenin doğru birşey olmadığı apaçık hale gelir. Bir ağaçtan dalını koparırsanız ağacın buna görünürde bir itirazı olmaz, üzülmez. Çünkü o ağaca sahip çıkan bir benliği yoktur. Ağaç olarak tanımladığımız maddeler fiziksel olarak bir araya gelmiş ve birbirileriyle biyolojik ve kimyasal olarak ilişkilidirler. Ama maddelerinin farkında olmayıp, maddelerinin zarar görmesi halinde üzülmezler. Belki de üzülüyorlar ama bunu hiçbir zaman ölçümleyemeyeceğiz. Muhakkak bir tepkileri olacaktır ancak bu yine atom seviyesinde kimyasal veya biyolojik bir tepki olacaktır. Bir mal sahibinin hüznü olmayacaktır.

Kuşkusuz hayvanların benliğe sahip olmalarında sinir sahibi olmalarının çok büyük bir etkisi var. Benlik bu iletişim kanalları üzerinden tıpkı bir kral gibi mülküne sahip çıkmakta, onu yönetmektedir.

Not: Burada klasik müzik dinletilen bitki şöyle olmuş metal müzik dinletilen bitki böyle olmuş gibi örnekleri bitkilerin benliği için getirenler olacaktır. Bu bahsedilen şeyler hep atom yani varlık seviyesinde olan doğal olaylardır. Bütün vücuda sahip çıkan bir benliğin tepkisi olarak yorumlanamaz.

Bir anlığına kolumuzun koptuğunu düşünelim. Dikkat edin yazarken bile kolumuzun kopması olarak yazdım. Kolumuz açısından olaya bakıp vücudum koptu da diyebilirdik. Ama benlik dediğim hak sahibi vücudun başka bir yerinde ikamet etmektedir. O nedenle kolum koptu diyor. Çok merak ettiğim bir sorudur. İnsanın kafası koptuğu andan bir nano saniye sonrası iki parçadan hangisi hak iddiasında bulunacaktır? Gövde mi kafam gitti diyecek yoksa kafa mı gövdem gitti diyecek? Vücudun maddesi üzerinde hak iddia eden benlik nerde kalacak?

Benliğin ne olduğu konusuna şimdilik girmiyorum. Çünkü orası materyalizm, din ve felsefe arasında tartışılan çok gri bir bölge. Bazıları benliğin ruh olduğunu söyleyecek, bazıları beyin ve beyin içinde olan biyolojik olaylar diyecek. Her ne ise varlığından eminiz ve ‘benim’ diyor sürekli. Bu hayvanlar için de insanlar için de geçerlidir.

Bu benlik teorisi ile hayvanlar (insanlar da dahil) ve bitkiler arasına bir çizgi çekip asıl tartışmamız için çerçeve hazırladım. Benlik aynı zamanda robotlarla insanları birbirinden ayırt edecek bir çerçeve de sunuyor. Robotlar cansız olup hayvanlar gibi davranmaktadırlar. Bu nedenle farklı bir kategoriye girmekteler. Robotlar konusunu ayrıca konuşmak lazım.

Gelelim asıl sorumuza: Neden hayvanların canları insanların canları kadar korunaklı değil? Neden istisnai durumlar hariç insan eti yemek makbul görülmemişken hayvan eti yemek normal karşılanıyor? Öne sürülen gerekçeler ortadan kalksa yani hayvanlar acıyı hissetmeyecek şekilde kesilse, iyi şartlarda yetiştirilseler hayvan eti yiyebilir miyiz? Yoksa hayvanın canı insanın canı gibi her şartta ‘kutsal’ mıdır?

Soruyu bu şekilde soruyorum çünkü bir insanı en besili olacağı 20'li yaşlara kadar çok iyi bir muamele ile besleseniz yine de hiç acı duymayacağı bir şekilde örneğin bayıltıp öldüremezsiniz, etini yiyemezsiniz. Hayvanlar benlik sahibi ise insanların hayvanlara sahip olması hür bir varlığın köleleştirilmesi değil midir? Hayvanlarla insanları bu noktada ayıran şey nedir yada ayrılmalı mı? İkisi de canlı, ikisi de benlik sahibi.

--

--

Baris Simsek

2x tech entrepreneur, cross-domain tech enthusiast